12 Temmuz 2013 Cuma

Haydi.


Özel üniversiteye adımımı attığım ilk gün, anlamıştım buranın bana göre bir yer olmadığını. Her tarafta son model arabalar, bilhassa mini cooperler, saçlarını yana yatırmış genç adamlar, kısacık etek giymiş kısacık kızlar. Tamam haksızlık etmeyeyim çok güzel kızlar da var içlerinde; ama parayla zeka ters orantılı işte. Arasını bulmak çok zor. Yanımdan geçen taksinin içindeki saçlarını yana yatırmış genç adam:

   -Kadıköy’e kardeşim, dedi taksiciye

   -Tamam abi, dedi taksici vitesi ikiye atarken.

Taksici elliden fazla, müşterisi ise en fazla yirmisindeydi. Ulan ben hayatımda taksiye bir kere bindim, o da dedemi hastaneye götürmek için. Zaten dedeme mi bakayım taksimetreye mi bakayım derken şaşı kalıyordum az daha. Okulun oradan Kadıköy nereden baksan kırk dakika. Biz dedemi hastaneye götürürken on dakika gidip on iki lira vermiştik, e bir de burası İstanbul, adam dolaştırır seni, e paraya bak. Benim izmir-istanbul biletimden fazla. Koduğumun kapitalizmi.

 Ama yapacak bir şey yok. Özel üniversitede okuyor ve bunu tam burslu olarak devam ettiriyorsanız böyle şeylere alışmanız gerekiyor. Zaten bir yerden sonra eğlenmek için izliyorsunuz hepsini. Çok güzel laflar sokuyorsunuz. Filmlerde izlemişiz gelmeden önce aa burslu bu! deyip eziyorlar bizim elemanları, bizimki de üzülüyor. Salak! Neden üzülüyorsun? Hiç oradaki gibi değil zaten olay. Hatta tam tersi. Senin milyar döküp geldiğin yere, ben kuruş vermiyorum. Üstelik de üzerine para alıyorum gururuyla doluyor insan.

İlk geldiğim günden beri insanlarla ateş istemek dışında hiçbir muhabbete dahil olmayan, döner kapılarda başka biriyle aynı bölmeye bile girmeyen, asansör zemin kattayken binen biri olduğunda taa onuncu kattan gelen asansörü bekleyen ben, bütün gün tek başıma dolaşıyorum tabii. Geldiğim ortam dünyanın en samimi ortamı, içine girdiğim yerde bana yaşam yok. Sudan çıkarılıp klozete atılmış balık gibiyim. Arkadaşları arıyorum ‘ulan sikeyim ben siz olmadan yaşanan günleri’ diyorum. Çeşitli küfürlerle karşılık veriyorlar. Hiçbirimiz sevmiyoruz üniversiteyi. 

Her şeyin başladığı, her şeyin bittiği, her şeyin bir daha başladığı, kermeslerinde pasta çaldığımız, sıralarının üzerinde milyon maymunluk yaptığımız, teneffüslerde çömezlerin önüne geçip kantin sırasına girdiğimiz, aşık olduğumuz kızların okul numaralarını öğrenmek için sınıf defterlerini arakladığımız, maçlarda adı inek okula çıkmasın diye terimizi götümüzden akıttığımız, camlarını kırdığımız, parası az olan arkadaşlara aramızda para toplayıp kaban aldığımız, sıralarında uykunun en tatlı halini bulduğumuz, öğle aralarında leş gibi terleyip kafamızı çeşmelerinin altına soktuğumuz, sınıflarında bağıra çağıra şarkılar söylediğimiz, bizim kızı üzdü diye on kişi toplanıp taa ebesinin nikahına adam dövmeye gittiğimiz, okul başkanlıklarına aday olduğumuz, öğretmenleriyle kadeh tokuşturduğumuz, aramızdan biri kızdan ayrıldığında şarap alıp bahçesine sığındığımız, kahkaha atarken yerlere düştüğümüz, ağlarken tuvaletine saklandığımız, kopyanın anasını ağlattığımız o Öğretmen Lisesi’nin mavi duvarlarında, çam ağaçlarının altında, o küçücük bahçesinde takılıp kalmışız hepimiz. Lise, insan ömrünün nevruzudur. Bütün baharlar orada başlar.

Eğer lisede çok samimi arkadaşlıklar edinip, hayatınızın en powerade ile yıkanmış zamanında da onlarla ayrı şehirlere gitmek zorunda kalmışsanız, sizi Babil’in Asma Bahçeleri’ne de salsalar, bu üzümler çürük deyip kaçarsınız oradan. Durumum aynen buydu. İt gibi dolanıyordum işletmenin pardon okulun içinde. Karl Marx’ı arıyordum banklarda deli gibi, belki Das Kapital’i yazmaya burada devam ediyordur diye; ama onun da ölü olduğu aklıma geliyordu sonra. Zaten tanışmak istediğim bütün adamlar ölü anasını satayım. Kadınlar ölmez. Onlarla her zaman tanışabilirim.
 Dört yüz liraya aldığı parfümü arkadaşına anlatarak yanımdan zıplaya zıplaya geçen kıza,

 -O kadar mı pis kokuyorsun arkadaş? Diye bağırıyorum. Anlamıyor. Bön bön bakıp yoluna devam ediyor. Okulun içindeki tek eğlencem Diasa’dan aldığım Uno ekmeklere, yurtta annemin bavula zorla sıkıştırdığı salçaları sürüp yemek. Salça ekmeğin tadı başka hiçbir sufflede yok. İnsanlar burada en çok suffle yiyor. Mahallede büyümüş çocuklar bilirler o tadı. Salçanın damak kavuran o tuz birikintisini. Akıp gidiyor hafızam, yıllar öncesi.. 

Anılcan Oğuz, 1/4

2 yorum:

  1. aldı götürdü sonra geri getirdi anılarımla kaynaştırarak.

    yazının "hoşlanılan kızlar" kısmına kadar açıkcası yazının sana ait olduğu düşüncesiyle ilerlemiştim.

    bayağı kopmuşuz birbirimizden ya. belki beni hatırlamıyorsun bile diye acıtasyon da yapayım tam olsun.. merhaba çiçeğim, kuzu salatam.

    yazı için de tekrar tekrar teşekkürler.
    devlet üniversitesinde okusam da,olay sadece özel okuldan çıkmış zaten yazıda..

    "Koduğumun kapitalizmi."

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kuzu salatam, seni unutur muyum hiç. Aksine özledim ve özlemeye devam ediyorum. Yaşam şartları ikimizi çok fazla ayırdı yahu.

      Yakın bir arkadaşım var ve böyle güzel yazılarını sadece bana okutarak diğer insanlara haksızlık ediyordu, bende buna bir son vereyim dedim.

      Özel okul insanın yaşama sevincini alıp götürüyor ama belirli insanlar olduğu sürece her yer aynı.

      Sil