9 Nisan 2013 Salı

Bir insan kendini en çok nerede evinde gibi hisseder, bilinmez.

Öyle uzun zamanlar geçiyor ki, ölesiye uzayan zamanlar. Kimsenin bir başkasını sevmeye ne hali ne de dermanı kalıyor. Oysa o kadar da basit değil. Basit olmaması gerektiğini öğrendik. Her gün binlerce şiir yazılıyor, hepsi aşka, sevgiye, mutluluğa. Her yıl onlarca film ödülü sahiplerini en güzel şekilde buluyor, hepsi büyük tutkulara yazılmış. Belirli bir şeylere yazılmış o kadar çok şey var ki, tabii insanın beklentisini yüksek tutması kaçınılmaz. 

Bazı filmler ya da şiirler ya da hikayeler çıtayı öylesine yükseltiyor ki, insan karşısına çıkan ilk potansiyel sevgilide devreleri yakıyor. Onunla sonu mutluluğa açılan tekne turları, yapılacaklar listesi, göndermeler, hediyeler. Sonrası ise daha büyük hüsran, zaman hiç acımadan çaresizce ilişkiyi kendine yedirip gösteremediğiniz sabrın birer tutsağı haline getiriyor iki tarafı da. Sonra düşünüyorsunuz, belki de başka türlü bir sevgi yoktur? 

Yani belki de tüm sevgiler zamanın birer parçası halini alıp, ilk günlerdeki parlaklığını yitirmek zorundadır. Belki de bir başkasını sonsuza kadar sevebilecek bir yüzyılın insanları değilizdir.

Kabul etmek gerek.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder