20 Aralık 2010 Pazartesi

hayalkırıklığı anatomisi.

İki aya tüm mevsimler sığabiliyormuş. İlkbahar, ikincibahar, sonbahar, kış..
Hani güneşli bir günde mevsimlerin aylardan daha önemli olduğunu söylemiştim. Evet sevgilim, tüm kış birlikteymişiz meğer. oysa sen baharlarını farklı evrende yaşamışsın sadece. hepsi bu.

14 Aralık 2010 Salı

flowersindecember.

Aslında inanmak istediğim ama inanmadığım iki şey var. İlki, herhangi bir yerde benim için yaratılmış biri olduğu, diğeri ise benim onu hakettiğim gerçeği.

Çok net konuşuyorum.


Flowers in December.

10 Aralık 2010 Cuma



'' I'm the hero of the story,
Don't need to be saved. ''

Ilık bir kış günü ya da soğuk bir yaz gecesi, bunun bir önemi yok. Bu sadece yere düşen yapraklar kadar gerçek. gerçek, sahi bir kimlik belki de bir aşk. Aşk? hayır bu ikisine aynı cümlede yer verilmemeli. susun, baştan alıyorum. 

dar bir sokaktan ilerliyorsunuz, insanlar fazla, bezmiş ve umursamaz. sizin onları farkettiğiniz gibi onlar kendilerini farketmiyor. Bir kedi çöp tenekesinden atlayıp tam sağınızdan ilerliyor. sırıtıyorsunuz önce, sonra karşıdan karşıya geçiyorsunuz kalabalık bir sürü halinde. elleriniz cebinizde belki, bir şarkı mırıldanıyorsunuz. Bulutların söylediği gibi. Yağmurdan sonraki toprak kokusunu içinize çekiyorsunuz, vitrin camlarından kendi yansımanıza bakarken yanınızda gördüğünüz siluet zamanı durduruyor. gülümsüyorsunuz, gülümsüyor oda. kim olduğunuzu sormuyor, 'kahveyi sever misiniz?' 
kahve fincanı elinizi hafif yakıyor, bir yudum daha alıp bırakıyorsunuz. O size george harrison'dan bahsediyor, siz ise gökkuşağının renklerinden ve en sevdiğiniz plaktan. 'hayır' diyorsunuz. ' syd barrett tam bir devrim sayılmazdı, o sıradan olmalı bizim gibi. ' 
kapıdan çıkıyorsunuz. kahve için teşekkürler dileyip, farklı yönlere ilerliyorsunuz. arkanıza bakmadan. hepsi bu. belki de hayatınızı değiştirecek kişi dar bir sokakta yanınızdan geçip gidiyor, farketmiyorsunuz. ama kimimiz onunla bir kahve içme şansına sahip oluyor. Şimdi, yukarıdakine bakıp gülümseyin ve sadece bol kremalı bir kahve şansı dileyin. 
Ve unutmayın,
Hayatı kederin karmaşasıyla renklendirin.



Not: Bu arada Sevgili Joseph Gordon-Levit, beni babamdan ne zaman istiyorsun?

5 Aralık 2010 Pazar

onsekiz.




biruykusuzunanatomisi

Bu kız uykusuz. 
Ona acımadan adamlar her güne bir hatta daha fazla sınav yerleştirmiş. pislikler.

Bu kız sinirli.
Çünkü bu durum karşısında nasıl küfür edebileceğini bilmiyor.

Bu kız farkında.
Baktı ki olmuyor, amaan yemişim...! diyerekten rezilliğini böyle sergiliyor.

Bu kız kasıntı.
Çünkü saçları dalgalı. düz saçın ne olduğu konusunda çok az bir deneyimi var.






The Smiths - i know it's over.

29 Kasım 2010 Pazartesi

Biliyorum, günlerce aradığım o almanca kitabı çok zaptirik bir yerden çıkacak ve ben işte o zaman, çok içten bir küfür salliciim.

sakinleşelim
hayat sevimli
düğmeleri balıklar gibi tıpkı
öyle.

28 Kasım 2010 Pazar

Nisan Yağmuru.


i wanna fly, never come down,
and live my life,
and have friends around.

HerkasımdabizberaberıslanırdıkNisanYağmuru'yla.

Belki de çok geç bu yazı için. Ama nasıl başlamam gerektiği konusunda en ufak bir fikrim olsa yapraklar gibi dolana dolana yazmazdım kii. Her neeyse, Merhaba canım. Bu yazıyı okuduğunu biliyorum ve şu an nasıl gülümsediğini de tahmin edebiliyorum. Hatta ekrana hafifçe yaklaştın bile, değil mii? : ) Ama dur bir saniye, sen şu an konserdesin ki. Aa.

Küçük Prens'in söylediği gibi: ' Herkes talihsizliklerinin ciddiye alınmasını ister. ' Evet, herkes talihsizliklerini ciddiye alan birilerini ister yanında. Bu öyle bir zamirdir ki, artık her anı ciddiye alırsın onunla. Sıkılmazsın, bazen sadece susarsın. Yaptığımız gibi, ama çoğu zaman şen kahkaha sesleri eşlik eder yağmurlu bir günde yolumuza. Düşünüyorum da, zaman nasıl hızla geçiyor böyle. Sanki dönmedolabın tepesindeyiz ve hızla yükseliyoruz. Sadece yükseliyoruz, farklı bir dolap bu. Tanrı'nın doğum günlerimizde bize bahşettiği sevimli eğlence türlerinden biri sadece. Ve sonra oradan atlayıp atlı karıncalara biniyoruz. Sen beyaz, tek boynuzlu bir atın üzerindesin, ben ise balkabağı bir arabada. Kendi etrafımızda dönüyoruz, kahvemin buharını uzaklaştırıyorum ve sen çayını yudumluyorsun, her zaman çayı daha çok sevmişsindir. Ama yine de sıcak içemeyiz ki, dimi ama dimi? : ) Hayatımız renkli balonlar gibi. Ya da düğme gözlü balıklar. Farklı ve eğlenceli. Kimi zaman durgun belki, ama ben yine de, yine de ben, çoğu zaman kırmızı sarı turuncu mavi yeşil balonları olan bir taçların başımızda olduğunu düşünüyorum. Kedi gülümsemesi gibi bir dostluk.. Kedilerin ne kadar şirin gülümsediğini biliyor muydun? tabii ki. Özellikle aklımda hala minicik hali olan, o beyaz pamuk kedin. Hayvan sevgisini bile senden mi gördük biz kızım, oha. :P
Gökkuşağından gözlüklerimiz var. Nereye baksak rengarenk herşey. Birbirimizin karşısında değil, yanındayız. Birlikte bakıyoruz gökyüzüne. Deniz kenarında kumdan hayaller yapan iki küçük kızdık Beg'im. Ve şimdi aradan 4 büyük sene geçti. Ve hala daha kumdan hayaller inşa ediyoruz. Ama arkamızda okyanus sonsuzluğunun olduğunu biliyoruz artık. Tuzlu havanın etkisiyle, o sonsuzlukla, pembe bir tekne ile hangi hayatlara sahip olduğumuzu öğrenme zamanı. Bu sene de birlikteydik, ve seneye, daha sonraki sene, en seneye.. Bu son değil, daha yolun başındayız değil mi? Pudra şekerliğinde seneler Beg'im. iyi ki doğmuşsun.

Aynı pamuk şekerini paylaşmadığımızı düşünmek...
Yanii bilmiyorum kızım, iyi ki vardın. İyi ki varsın.
Yok olduğunu düşünmek..
Dehşet verici lan, oha. 
Öperim. 
Ancelik.

25 Kasım 2010 Perşembe

heavenplease.



Yorgun ve yaşlı kız.. gölgesi zıplayıp, koşarken onun hızına yetişemiyor, daha da yoruluyordu. Yorulduğunu gördükçe daha hızlı koşuyordu gölge. Yaşlı kız taşlara takılıp düştüğünde ise, mor elbisesinden çekiştiriyordu onu. Sürüklüyordu gölge, sürükleniyordu kız. İğne deliğinden hayaller geçiriyordu. Ve gölgesi bir bir dikiş atıyordu mor elbiseye. Sürükleniyordu, hayalleri dikiş tutmuyordu. Korkuyordu kız sessizce, iğne elinde zıplıyordu gölge, zalimdi. Karanlıktı ışık gibi..

MİM! mimlenmekgüzelşey.

Yazılarını her zaman değerli bulduğum, severek izlediğim deepblueeagle, çok kepçe dolusu teşekkürler. Nutella %13 fındık tadında günler diliyorum. Daha iyisi olamazdı, di'mi? Sevgiler deep! O zaman, ne yapıyoruz? Dinlediğimiz şarkıyı hediye ediyoruz. 

Nırınırırıım.

  1. En sevdiğiniz kelime: Cidden.
  2. Nefret ettiğiniz kelime: Tamam o zaman. ( Kelime sayılmaz aslında, dimi? neeyse.)
  3. Ne sizi heyecanlandırır: Yeni bir şarkı yahut film.
  4. Heyecanınızı ne öldürür: İnsanlar.
  5. En sevdiğiniz ses: Alışveriş poşetlerinin sesi. Aa hayır, fotoğraf makinesinin 'click!' sesi diyelim.
  6. Nefret ettiğiniz ses: Tırnağın zeminle buluşmasından hemen sonra oluşan o tiz ses.
  7. Hangi mesleği yapmak istemezsiniz: Fotoğrafçılık.:kalpkalp:
  8. Hangi doğal yeteneğe sahip olmak isterdiniz: Çizim. Bir ressamın yetenekli ellerine sahip olmak isterdim, fazla uzağa gitmeye gerek yok.
  9. Kendiniz olmasaydınız kim olmak isterdiniz: Clementine Kruczynski.
  10. Nerede yaşamak isterdiniz: Seattle.
  11. En önemli kusurunuz: Bazen gerçekten saçma davranmak, olur ya hani.
  12. Size en fazla keyif veren kötü huyunuz: Umursamazlık.
  13. Kahramanınız kim: Van Helsing. Dur, Kaptan Mağara Adam'ım var benim, bilin!
  14. En çok kullandığınız kötü kelime: Oha lan, çok oha!
  15. Şu anki ruh haliniz: üçbuçuk.
  16. Hayat felsefenizi hangi slogan özetler: Kim ne derse desin, sözcükler ve düşünceler dünyayı değiştirebilir.
  17. Mutluluk rüyanız: Deniz kenarı, yağmurdan sonraki o huzurlu hava, hafif rüzgar, kızıl saçlarımın o rüzgarla dans etmesi, 64 model chevrolet, Bob Dylan, Wayfarer gözlük.
  18. Sizce mutsuzluğun tanımı: Gülümsemeye değer nedenler bulabilmek. Ama düşünün, hangimiz tam olarak mutlu olduk ki? Her zaman daha fazlasını istemedik mi?
  19. Nasıl ölmek isterdiniz: Yalnız.
  20. Öldüğün zaman cennete giderseniz Allah’ın size ne söylemesini istersiniz:  Fena sayılmazdın, en azından gülümseyerek yaşamaya çalıştın.

Mimlediklerimdir, candır;
* Rory.
* Hayalci.  
* Hazel.

17 Kasım 2010 Çarşamba

MİM! bizsizegeldikmimlendik.


Pek değerli blog arkadaşlarımdan deepblueeagle mimlemiş. Kendisine buradan kepçe dolusu teşekkürler atıyorum, yakala deep! Gerçi geç yazılmış bir mim oldu, affediniz. Yaşamakla meşguldum. Tam mimlenmenin sevincini yaşıyor ikeen, bir de gördüm ki, yazılarını severek takip ettiğim çok değerli LeaNDeR's de mimini esirgememiş. Sevincim tavan yaptı, tüm gün sırıtık dolaştım. Çok teşekkür ederiim. Bu tadımlık şarkı sizler için gelsin gençler. ( bknz. bu tadımlık şarkı )

Garip alışkanlıklarımız ve yapamadıklarımız nelerdir?

* Mesela ben parmaklarımı eşit aralıklarla ayıramam. Serçe parmağım çok ezik kalıyor diye üzülürdüm küçükken. Ordan kalma bir 'yapamama' durumu. 

* Ve ben yemek yerken sırayı takip etmem. Hepsinden aynı anda yeme garip bir alışkanlığım vardır. Nisan yağmuru şaşırır buna, ama bence böylesi daha şirin. Bir kaşık çorba, bir çatal salata, bir yudum içecek, bir ısırık elma, bir kaşık ana öğün, bir ısırık tatlı.. sıranın ne önemi var ki?

* Bir kitap okumadan önce ya da ders çalışmadan önce mutlaka saçlarımı örerim. 

* İlk kez gittiğim bir mekanı öncelikle inceler, sonralıkla orada daha önce ne tür yaşanmışlıkların olduğunu düşünürüm.

* Ve ben hala daha kızılderili soyundan geldiğime inanırım. Alışkanlık.

* Nutella seni tüm alışkanlıklarımdan daha çok seviyorum.

* Biriktirip biriktirip blog yazısı okumayı severim meseladır.

* İnsanların yüzlerindeki ifadeleri incelemeye bayılırım. Ve fularları severim.

* Sıkıldığımda dudak büzer, balık gibi kalırım.
* Grip mikrobu bedenimi ele geçirdiğinde  burnum kızarır.

* Ve vee en önemlisi, bağımsız sinema bağımlısı olarak odamda film izlerken kahve içmeye bayılırım. Kahveyi muzlu bardakta ve ılık olarak içerim. Sıcak kahve sevmiyorum ki, içemem ben öyle. dilim yanarsa filmden bişey anlamam. ( alaka durumunu aramayın sakın, yok ) 

Bize geldiler mimlendiler;







10 Kasım 2010 Çarşamba

onsekizkırksekiz


' Bugün seni hiç görmedim ' diyen kişi sayısı, gün içerisinde kantinde aynı kişilerle gözgöze geldiğin kişi sayısına eşit değilse, bu denklemde bir tanımsızlık var demektir. Dimi ama dimi? 



Notyaziyimdedim: Matematik çalıştım ben az önce, evet.

*küçüknotyine: Oysa gereksiz 'ben' zamiri kullanımına karşıydım, öyleydim.. 

6 Kasım 2010 Cumartesi

Naber?








BENASLINDAUYKUYUSEVERİM.

Sabahları uyanmak için üç alarm kuran ve bu alarmların isimleri sırasıyla; 'Uyan falan.', ' kalk bence yani.', 'bu saatte uyanmışsan kasma artık devam et.'  olan diğer insanlar; bir kulüp sözleşmeniz falan var mı? tam olarak nereye imza atmam gerek?

5 Kasım 2010 Cuma

Sonsal bakış.

Çok dramatik veya mutlu bir son istemiyorum. Sadece arada kalmış, eğreti bir son. Herkes nasıl istiyorsa öyle bitirsin. Mesela ben çilekli dondurma tadı alırken o sondan, sen fa diyez sesi duymalısın.

30 Ekim 2010 Cumartesi

Gerçekten.

Bir gün metroda tanıştığım biriyle hayatımın geri kalanını geçirmek istiyorum ya da sadece o günü. Evet, gerçekten bunu istiyorum. Kim olduğumuzu bilmemize gerek yok, amaçsız zaten. Kalıplaşmış olmaktan ötesi değil midir sıfatlar? Sessizce fısıldardım belki; ' İnsanların iki dilek hakkı vardır hayatta. Yaşamak ve ölmek. Ben birincisini diliyorum.' Gülümserdi. Kim bilir, hayatında o kişiyi bulmak için hiçbir durakta inmeyen bir başkası daha vardır?

29 Ekim 2010 Cuma

Blog Ödülü'm. (:


Rory tarafından aldığım ilk blog ödülü beni gerçekten mutlu etti. Hatta gün içerisinde bir tek buna sevindim diyebiliriz. Kendisine minnet dolu teşekkürlerimi iletiyorum. Vee günün şarkısı ona gelsin. Günün şarkısı işte bu, hatta yüzyılın şarkısı. :P

Benim de 15 kişiye bu ödülü vermem gerekiyormuş. Oscar goes tooo,
* Nisan yağmuru.
* Buster.
* deepblueeagle.
* Hazel.
* Larien.
* Leanders.
* Akkarin.
* Lilja Saaga.
* Emre - abf
* Hepsibeş.
* Dedimdi.
* The Mirror.
* Berdush.
* Benlik Dramı.
* Shudder.


27 Ekim 2010 Çarşamba

Kedilerin bulundukları çöplükten ansızın çıkıp, zıplamalarına kızıyorum. Kedileri sevmediğimden değil, süprizlere alışık değilim.

22 Ekim 2010 Cuma

Farkındalık.

Düşümdüm de, bir kelebek olsaydım yaşadığım o günün son olduğunu bilsem bile, yinede bir çiçeğin üzerinde pinekliyor olurdum. Bence üşengeçlikten uçamayan bir kelebeğin reenkarnesiyim. Ihm.

(14.kırksekiz)

* Daha 19. yaş günümü kutlamadım bile ama ilk defa yaşlandığımı hissettim dün. Ben mesela, yoldaki arabaları ve bulutları severdim. Bulutları severdim çünkü, ne zaman başımı gökyüzüne kaldırsam arka fondaki Tarcy Chapman ile dans ettiklerini düşünürdüm. Ne için hareket ettiklerinin önemi olmaksızın. Bu yüzden yoldaki arabaları da severdim. Çocukluğu yolculukta geçmiş biri olarak, arabaların hep bana doğru geldiklerini düşünür, en azından bununla mutlu olmasını bilirdim. Nereye gittiktiklerini önemsemeden ve anne-baba kavgasından artan zamanlarda kendimi özne değil de, yüklem olarak işlemek hoşuma giderdi. Ve ben, hala daha biraz arabaları ve bulutları severim. Ve yine, ilk defa yaşlandığımı hissettim dün.

21 Ekim 2010 Perşembe

Sadece birkaç ay ileri gidemez miyiz? Oldukça berbat günler yaşıyorumda hani. Keşke yaşamı boyunca herkesin en az bir dilek hakkı olsaydı. Ne sevinirdim.

19 Ekim 2010 Salı

Anneciğiime sevgilerimle.

Ayrı havlu, ayrı terlik, ayrı çarşaf, ayrı yemek, ay tuz, ayrı salata, ayrı tabak, ayrı makyaj malzemesi, ayrı parfüm, ayrı oda, ayrı vesaire. Yakında ayrı eve çık diyecekler diye korkuyorum. Alt tarafı hastayım yahu.

15 Ekim 2010 Cuma

Yokuşları dik bu şehrin. Ne daha önce gördüklerime benziyor çehren ne de gülüşün bir sonbahar akşamından çok uzak. Ilık bir kış gecesi gibi halin, içime sızan ise, kar taneleri.. Avucuma alıyorum, uzaktan bir insan gülüyor. Ve ayak sesleri.. Sokağın başında bir hayalet yürüyor süzülürcesine. Hayalet diyorum yıllar öncesinde braktı hatıralarını. Avucumdaki kar tanelerine kayıyor bakışlarım, göremiyorum. Kaynar sular dökülüyor başımdan ve avuçlarımdan..

Oh, I believe in yesterday.

Öf babamın koridorda karşıma çıkacağını bilseydim bağıra çağıra 'yesterdaaaay' söyler miydim? Hani toplantıya gidiyordu, yalnızdım ben evde. Hani hani? Güldü lan bıyık altından. Keyfim yerinde derken utandım şimdi iyi mi?!'? Neeyse. Güzel şarkıdır, candır vesselam.

13 Ekim 2010 Çarşamba

Mim meselesi.

  
Lilja, tarafından mimlendiğimi öğrenince soluğu yeni kayıt başlığında aldım. Kendisine çok teşekkürlerimi kepçe kepçe iletiyorum. Ayda bir giriyormuş artık, üzüldüm bir de. 


Bu mimin olayı aynen aşağıda yazıldığı gibidir;
 
Şimdi efenim mevzu tam olarak şöyle; yaşadığımız tüm sıkıntıları geride bırakıp, sevmediğimiz insanlardan, yapmaktan daral gelen işlerden uzağa bir tatile gidiyoruz. Bizi yolcu etmeye gelmiş üstelik gıcık olduğumuz herkes. Alayına çalımlı bir bakış fırlatıp arabamıza bindikten sonra, geride kalanları çatlatırcasına müziğin sesini sonuna kadar açıp, tozu dumana katarak oradan uzaklaşıyoruz. Şimdi sizden istediğim, mimlediğim herkes bindiği arabanın resmini ve son ses açtığı şarkının adını, sözlerinden bir bölümü ve söyleyen solistin resmini yayınlayacak.

Midget - MG red, 1961.




Bob Dylan - The Man In Me.


la la la la la la la la
The man in me will do nearly any task
As for compensation, there's a little he will ask
Take a woman like you
To get through to the man in me.
 
Ve, vee mimlediklerim;
 
* Nisan yağmuru.
* Buster.
* Eren, Eto.  
*UnknownGod.
*Rory.
* JG. 
* Portobello Cadısı.
 
 

.

8 Ekim 2010 Cuma

Seyir Defteri.

Fizik derslerini sevemiyorum, tamamen platonik bir olay gerçi. Hiç bir zaman sevemedim. Tıpkı kırmızı rujlu bir annenin çocuğunu cami avlusuna bırakıp, genç ve yakışıklı adamın koluna girerek kahkahalar içinde uzaklaşması gibi.

Örnek verelim güzelleşelim;
Tahtada sorunun cevabı yazıyormuş aslında ama ben şıklar içerisinde o cevabı bulamıyorum. Oha çok oha.

7 Ekim 2010 Perşembe

Can you feel me?


Pink Floyd - Hey You
Yükleyen MovieFanQS. - Yüksek çözünürlüklü video keyfini yaÅ�ayın!

* Bana hiç umut olmadığını söyleme, birlikte ayakta duruyoruz, ayrılırsak düşeriz.

1 Ekim 2010 Cuma

Babamın yaşlandığını saçlarına düşen beyazlarla değil de, düşüncelerinde yer alan saçmalıktan anladım. Cidden.

28 Eylül 2010 Salı

* Dikkat yetmezliği sadece.

Telefonunu okulda, sıranın altında unutan diğer saf insanlar, sizi anlayabiliyorum. Siz de oradasınız ve beni anlıyorsunuz, evet.

22 Eylül 2010 Çarşamba

İstemsizce doğal olan bir tek onlar sanırım.

Uzun zamandır gözlemlediğim birşey bu, ifadelerindeki gerçeklik ve doğallık. Her biri o kadar fazla anlam taşıyor ki, ne yazsam bilemedim. Gülümseyip 'bak çekiyorum, nasıl çektiğimi gördüğünde çok şaşıracaksın' dediğimde merakla ekranda nasıl çıkacaklarını beklerken oluşan yüz ifadelerini görmelisiniz. Onları tanımıyorum. Ailelerini, nasıl yaşadıklarını, ne yediklerini ya da nasıl bir hayat düşlediklerini. Ama gözlerindeki anlamı ve gülümsemelerini biliyorum. Fotoğraflarını çekip bazen şekerleme bazen ise onların da beni çekmelerine izin veriyorum. Ve tabii, hangisini tercih ettiklerini tahmin edersiniz. Click!


Not: Çekimler bana aittir, yanlış olmasın. Asdf.
Masal diyarların renksiz bulutları gibiydi herşey.

16 Eylül 2010 Perşembe

Buster kişisi birkaç gün daha mail atmasaydı, mikserimle yollara düşmeyi planlıyordum. Ciddi bir itiraftır, ciddiyetimi görsün diye yayınlıyorum. Ahah.

Görünürlük*

Sadece sevgisini görebilmişti ve bu yüzden sıradandı. Ve hakettiği gibi sıradan sevdi.

14 Eylül 2010 Salı

Shelter *






Cara, mahkeme için psikolojik danışmanlık yapan bir psikayatristdir. Hastalarından biri bölünmüş bir kişiliğe sahiptir. Cara, hastasının kişiliklerinin birer cinayet kurbanı olduğunu keşfeder. Bunun üzerine idealist doktor, zamana karşı yarışarak cinayetlerin esrarını hastası ile gerçekleştirdiği seanslarda çözmeye çalışır. Falan.

Vatikan Production sunar.. Şaka maka gerildim hani. Ama güzel bir filmdi, öneririm. Dikkat etmeniz gereken tek ayrıntı: Odanın mümkün olduğunca aydınlık olmasını sağlayın. Yoksa nevriniz döner. Tamam, korku filmlerinden pek hoşlanmıyorum ne var yani? Ha diyeceksiniz şimdi niye izledin bunu saf hatun? Hemen özet geçeyim.

* Biraz kitap okudum, telefonun serviste olmasından dolayı yaklaşık 2 gündür sadece annemle iletişim kurmuştum ve sohbetlerimiz artık sürekli duvarların rengine kayıyordu. Elimde olan filmleri tüketmiştim, neeyse. Filmlerimin bulunduğu kutuya elimi attım ve artık ne çıkarsa diyerekten seçtim bir tane. İsmi yazmıyordu, boş bilmem ne sandım. Ama baktım ki, ı ıh değil. Odamda yeni dizayn ettiğim film köşeme geçtim kuruldum izledim. Oha yani. Psikoloji üzerine eğitim almayı amaçlayan biri olarak filmin kurgusu düşüncelerimle paralel gidiyordu ama bum! Evet, gerildim. Yine izlesem yine gerilirim. Beylik laflar edemem bu konuda. Bitti.

13 Eylül 2010 Pazartesi

Ihm.

Aklınızla seviyorsunuz, peki o halde tüm bedeni etkileyen bu sevgide neyin nesi? Hepsini boşverin. Zaman denen ipin ucunu kaçırdığınızda sevgi hücrelerinizden çekiliyor. Yani, onu* seven bir hücreleriniz var ve zamanla ölüyor böylece sevginiz bitmiş oluyor. Yoksa nasıl açıklardım zamanı dolan ilişkileri. Üstelik derindondurucuya atma ihtimalinizde yok. En iyisi gökyüzü gibi sonsuzlukları sevmek, ya da kuzgunları sevin siz. Ben seviyorum mesela.

11 Eylül 2010 Cumartesi

Baba meselesi!


Düşünüyorumda, nasıl bir baban var deseler vereceğim ilk yanıt şöyle olurdu; ' Öğretim hayatı boyunca hiç kopya çekmediğini düşündüğüm bir babam var.' Evet, tam anlamıyla böyle düşünüyorum. Nedendir bilinmez. Hayır, bunu ondan hiç duymadım fakat yinede okul sıralarında oturduğum zamanlarda -ki buna yüksek okul dahil falan- hiç kopya çekmedim dese saniyenin dörtte biri hızıyla inanırım! Öyle bir havası var, kim bilir belkide milli eğitim olaylarının içerisinde olduğu için bana öyle geliyordur. Gerçekten hiç kopya çekmedin mi babacık?

MiniNot: Bu fotoğraf eklenti, biliyorum. Hatta malum siteden alıntı. Ama napiim beğenmiştim fazla fazla. Neeyse, sustuk.

4 Eylül 2010 Cumartesi

*Yaşam size verilmiş boş bir filmdir. Her karesini mükemmel bir biçimde doldurmaya çalışın.

31 Ağustos 2010 Salı

Ne ironi ama.

Gurur yaptığımı düşünmüyorum.
Hayır, sahip olduğum sadece bu değil aksine ihtiyacım yok. İhtiyacım olan şey zaten eninde sonunda beni bulmaz mı? Tıpkı sohbaharda dalda kalan 'son' yaprağın düşüşü gibi. Yerçekimi günah keçisidir aslında Newton bu ayrıntıyı anlatmadı sizlere, şşt! Asıl gerçek olan neden toprağın ucubeliği. Sessiz ve çekici bir şekilde fısıldar hep durmadan. Yaprak duymazdan gelemez, imkansızdır. 'Gel, sarıl bana. Gücümü keşfet!' Oysa adi bir sinsiliktir bu yaptığı. Söylemek istediği ise tam olarak farklıdır. ' Gel ve hisset kızgın kumlarımı, ölümü benimle tat. Ya da sarar o dalda fütursuzca.' Unutmayın, bir duayen der ki; İnsanı öldürmeyen şey tuhaflaştırır. Etik bir somutluk gösterdim sizlere, gelin ve anlayın. İşinize gelirse.

Kendinden taviz vermeyen fedakarlık kelimesini bilmeyen biriyim. Ah hayır, bu derece beylik laflar etmeye hiç gerek yok. İnsan saniyenin dörtte biri hızıyla değişir. Mutlak iyi yoktur bana göre, mutlak kötü de. Ve insan bu iki paralelde gider gelir. Fedakarlık bu kısımda yer alır. En iyi insan bile gün gelir katliamın habercisi olur, bilinmez. Ya da arkanıza bakın. Durun, sessiz olun, arkadanızdaki o kötü adamı görüyor musunuz? Beyaz savaşçınız değil mi? Ah şaşırmayın bunu size söylemiştim. Eğer insanlara güvenmeye devam ederseniz üzgünüm ama canınız acıyacak. Şimdi fedakarlık zamanı, çanlar sizin için çalıyor. Arkadanızdaki kötü adamı cehenneme göndermenin bir yolunu bulduktan sonra sevdiğinize veda edin. Çünkü biz insanoğulları fedarlık lafını duyduk mu, ilk olarak sevdiklerimize veda ediyoruz. Ve fedakarlık gibi insani bir maskenin ardına gizleniyoruz, sizce nerede hata yaptık?

12 Ağustos 2010 Perşembe

Şşt!

Gizli bir şeylerim olsun istedim. Çok gizli ama.Öğrenmek için çıldırmalılar ve karşılarına geçip 'Nolduu?' der gibi pis pis bakmamı sağlayacak bir gizlilik olmalıydı bu. Sonra vazgeçtim, insanları uğraştırmanın kime ne yararı var ki?

5 Ağustos 2010 Perşembe

Dımdımtıs.


Yeniden bir ne yazsam vakası. Ama harflerin döküleceğini biliyorum, bu yüzden sorun yok. İts ok. Bu arada, ara demişken grip molası verdim, bitti. Evet, bu yazın sıcaklarında ruhum çok üşümüş olacak ki grip oldum bre. Hapşuu!, kırmızımsı burun, beyninde salsa yapan dalgalar, hüclerinin tatile çıkmış gibi yavaş hareket etmesi üzerine gelen halsizlik durumu. Bunlara grip denir, değil mi? Bay M. öyle söyledi, tamam dedim. Bu arada, ne diyordum? Evet, şunu dinliyorum. ( bknz. şu ) İyi geliyor bazen ama bazen sadece . I'm coming home. Nırınırım. Titinetin yaptığı azizlikten nefret ediyorum. Bağlantı tam kıvamında derken pat! ananemin üzümlü keki gibi acımsı bir sinir bırakıyor. Ne demek mi istiyorum? Msn denen illete giremedim. Bu da böyle bir anımdı.

Düşündüm az önce, yolda gelirken. Neredeydim? Nisan yağmurunun evine gittik. Özlemişim onu, sarıldık, güldük, yedik, içtik, baktık, şaşırdık, ben peçete istedim o verdi. Hapşurdum, çok yaşa dedi. Sende gör der gibi baktım. Tamam der gibi baktı. Sonra yine güldük. 10,9,8,7 izledik. Vay anasını dedik bininci kez. Sonra güle güle dedim. Güle güle dedi. Gittik. Ve ben eve geldim. Hasta olsamda, ( umarım sen hasta olmazsın Nisan yağmurum.) harika bir gün daha geçirdim. Evet Tanrım, bu günü de yaşadığım günlere ekleyebilirsin. Kaç oldu? Yaşımdan 2 çıkart üçe böl sonra kalsın o öyle. Bu kadar. Ne gerek vardı olumsuzluğa? Yazmadım bunu, siz de okumadınız.

Düşünüyordum en son, bak en yeni haliyle ne düşündüm. Paragraf başı yapmaya çok meraklıyım, evet. Her cümle başını paragraf olarak nitelendirmeye başladım. Neden böyle inanın bilmiyorum. Umrunuzda değil nasıl olsa. Ne var yani? Bunun nedeni neyi değiştirir. Hı, kabul daha şık görünür. Ama ben sokak kadınları gibi görünmesinden yanayım.

Bazı 'şey'lerden çok az hoşlanmadığımı farkettim. Titinetten nefret ediyorum mesela. Ama o olmadan da çok olmuyor. İnsanlar gibiyim tıpkı şey gibi bu, hem kendinin Tanrısı olan fakat Tanrıyı reddedenler gibi. Daha sonra, babamın yerel kanallara olan tutkusundan hoşlanmıyorum ve arabaya olan bağlılığından. En yakın mesafede bile ayakları yerden kesilsin istiyor. Yürü işte, doğaya ait olduğunu anla, ne güzel değil mi? Küçük çocukların yemek alışkanlıklarından hoşlanmıyorum. Hemen açıklayalım, şöyle ki yemekle uğraşmak yerine sağına soluna laf yetiştirmelerinden, yemek aralarında sürekli birşeyler istemelerinden ve hatta çıkardıklarını şap! şup! sesinden hoşlanmıyorum. Ayrıca yanımda çorba içmesinler, şşşt! diye bir ses duymak çıldırtıyor. Yüksek sesle konuşanlara da katlanamıyorum. Yürürken insanların bakışlarını görmekten de hoşlanmıyor. Tutarsız davranılmasından da. Annemin her sıfatı derecelendirmesi de içler acısı. - Aa bu çok kırmızı. Bu çok parlak. Bu biraz dar değil mi. - Yok hayır fazla iyi, alalım. - Çok iğreti durdu üzerinde. Hepsinin sonunda - Çok abartıyorsun kızım! Bir rahat nefes al anne hatun hadi. 10,9,8,7. Amacım anaç bi' yazı değildi ama oldu bir kere. Hı bir de, pilavı ekmekle yiyenlerden korkmuşumdur hep.

Nisan yağmurunun aldığı işlemeli kutudan bir hap daha aldım şimdi. O kutuyu gerçekten inanılmaz beğendim. Herkesin huzurunda teşekkürlerimi şemsiye ile iletiyorum. Şemsiye dedik de, madde olarak ateşi temsil etsem de su olduğumu düşünmüşümdür hep. Su gibiyim, fazla sıcaklığı görünce buharlaşıp gökyüzüne karışıyorum. Bilirsiniz.

Hey, gökyüzü bulutları kendine örtü edinerek bizden neyi saklamaya çalışıyorsun?
Cevabı olmayan bir soru daha.
Kim bilir.

Minik not: Bu çektiğim yaşam karesini beğenmedim . Siz de beğenmeyin.

30 Temmuz 2010 Cuma


Bir kividen;

Sende git, gitmeye gele gele alışacaksın.
Yahut gerisin geriye ismimi söyle, ismim tersten fazla anlamsız.
Yaşadıklarımız şimdi fazla fazla anlamsız tersten..
Gittiğini düz söyle bari, tersten söylersen sen de anlamayacaksın..

Anılcan Oğuz.

27 Temmuz 2010 Salı

Belive in us.

Uzun süredir yazmadığımı biliyorum. Evet, bilinçliyim. Aslına bakarsanız ne yazmam gerektiğini bilmiyorum. Yaklaşık 4 dakikadır ne yazabilirim diye düşünüyorum. Ne anlatmalıyım? Anlattıklarım sizleri gülümsetmeli mi? Yoksa üzmeli mi? Tercihinizi duyar gibiyim ama umrumda değil, üzgünüm. Tatilde yaptığım tek şey tüm ilgiyi kendime vermek. Kendim için uğraştım. Hani şu ünlü söz vardır ya, ' Tüm yollar Roma'ya çıkar.' Hayır! Tüm yollar kendinize, benliğinize, içinize çıkar. Ne yaparsanız yapın ya da ne düşünürseniz düşünün aklınıza gelen tüm soruları önce kendinize yöneltirsiniz. ' Mutlu muyum?' 'Bunu söylemeli miyim?' ' Yanımda kim olmalı? '
Evet, tüm yanıtlar sizde. Yanınızda kimin olacağına karar verme yetkisi bile size ait, peki neden bunu istediği gibi kullanan yeterince insan evladı tanımıyorum? Sizi bencilliğe davet ediyorum bir nevi. Çünkü insan olduğunuzu en iyi bu şekilde anlarsınız. Hatta kendinize en yakın olmanızı sağlayan bir köprüdür bencillik. Diğer insanları soyutlarsınız hayatınızdan, istekleriniz ve kendiniz çok uyumlu bir ikili oluşturur, benden söylemesi.

Hergün dışarı çıktım, eğlenmeye çalıştım. Her gün farklı biriyle görüştüm. Sevdiklerimde oldu sevmediklerimde. İşin özü bakış açısındaymış meğer. Görmek istediğim gibi görmeyi bırakıp olduğu gibi algıladım karşımdakini. Sevebilirmişim. Her neyse. Zaman kavramım yok pek. İstediğim zaman uyuyorum, istediğim zaman kalkıp geziyorum. Ama yinede mutlu olabilmek biraz ekşi bir tatlı. Tıpkı şey gibi bu, en sevdiğiniz meyveyi almak için dolabın kapağını açıyorsunuz, meyveyi iştahla elinize aldığınızda görüyorsunuz ki bir tarafı bozulmaya yüz tutmuş. Mutluluk böyle birşey. Yakalamak için doğru zamanlama ve acele gerekir. Bu arada, meyveden bir ısırık aldım. Ihm, lezzetliydi.

2 Temmuz 2010 Cuma

Christian Bale sevgisi.



Bu şekilde bakıp benden sol böbreğimi istesin, verme ihtimalim çok yüksek.
Bu kadar başarılı ve içten olmaya devam et, tamam mı?

1 Temmuz 2010 Perşembe

Durum Listesi, evet.

Bu listeyi farklı forumlarda görmüş olmalısınız. Blog içinde neden olmasın ki? hı? Hadi o zaman.

* Adın? ~ Böğürtlen.
* Yaşın? ~ 17.9 Aman işte 18 bre!
* Burcun? ~ Kuzgun.
* Ne Düşünüyorsun? Kahvaltı yapsam iyi olur ama üşengeçlik diz boyu.
* Ne Dinliyorsun? ~ Megadeth- Promises
* Nasılsın? ~ Sersem gibi. Uykum var sanki, garip.
* Ne Hissediyorsun? ~ Pişmanlık. Kalan son stroopwafelı yemem iyi olmadı.
* Ne Tarz Giysi? ~ Ev hali.
* Kiminle Yazışıyorsun? ~ Msn açık değil ama Begimi bekliyorum.
* Kaç Saattir Nettesin? ~ 1 saat oldu, olmadı.
* Netten Sonra Ne Yapacaksın? ~ Odamı düzenlemek çok cazip aslına bakarsan.
* Bugün Neye Çok Güldün?~ Gelen mesajları rüya olarak algılama kapasiteme.
* Bugün Seni Sevindiren Olay? ~ Aklımda bir film var, izlersem sevinirim sevinirim.
* Bugün Seni Üzen Olay? ~ Üzülmemeyi öğrettiler.
* Bugün Eline Geçse Kimi Dövmek İsterdin? ~ Duyduğum en saçma cümlenin sahibini. Üstelik o kadar rezalet olduğunu biliyor. Tekrar ederse eğer, Tanrı yardımcısı olsun. ( Bknz. Hayrettin yapma.)
* En Son Ne Yedin? ~ Stroopwafel demiştim ama.
* En Son Ne İçtin? ~ Su + ilaç.
* En Son Kendine Ne Aldın? ~ Film.
* En Son Başkasına Ne Aldın? ~ Pelin birşey istemişti. Hesabı ödedim.
* En Son Ne İçin Dışarı Çıktın? ~ En son nisan yağmuru ile buluşmak için mutlu mesut çıkmıştım. Nihaha. Güzel gündü,değil mi? Öperim.

28 Haziran 2010 Pazartesi

Miiiimm =D

Nisan yağmurum mimlemiş. Öperim. Çok teşekkür ederim kelebeyim, bitanesin .*

1. Hangi işleri yarım bırakırsın yada bıraktığın neler var?

Bugünün işlerini hep yarıma bırakırım. Ehueh.

2. Yakın zamanda kaybettiğin biri var mı?

Soyut anlamda evet, ama genellersek hayır. Şşt! Nazara inanırım ben.

3. En ağır bulduğun, sana dokunan bir yemek var mı?

Et yemeklerinden haz etmem hiç. Barbunya bir de evet, Begimde bahsetmiş. (L)

4. Cinsellik ve aşk anlamında unutamadığın biri var mı?

Hayır, o tür takıntılarım olmadı. Hepsi insan evladı değil mi? Unutulmak için var.

5. Çocukken sevdiğin çizgi filmler?

Kespııır. Ama sırf Ay Savaşçıları için eve hızla geldiğimi hatırlarım. Bir de tatlı bir cadı vardı neydi ismi?

6. Blogger'a ne zaman kayıt oldun? Kim vesile oldu? Nereden duydun?

Ben yeniyim bre. Begim sayesinde geldim buralara. Kendisine kepçe dolusu teşekkürlerimi iletiyorum. Blogeer blogeer derken derken burdayız işte, öperim.

7. Çok paran oldu neler yaparsın?

20 dk içinde o çok para suyunu çeker, yemin edebilirim. Ama her zaman kocaman bir kitaplığım olsun istemişimdir. Evet.

Sevgili Mimlediklerim;

http://amaveucnokta.blogspot.com/

http://onur-konya.blogspot.com/

http://darkmirror7.blogspot.com/

http://jones--mel.blogspot.com/

http://elisathebloodycountess.blogspot.com/









İstanbul, son part.



Tenhalarına sıkıştırılmış hayatlar,
Düpe düz, düzenbazlık
Düze düz, düzen bazdık.
Kimimiz baktı sadece, birimiz gördü.
Ötekine söylemedi, beriki duymasın diye sustu.
Gördüğünü yakalayamadı, hayaldi ve uçtu.
Gündüzü olmayan hayaller, gecesinde kurulmamış üstelik..
Ne sahibi var ne de sahipsiz.
Anlamsız sözlerin hüküm sürdüğü düşlerde,
Kabuslarıyla top oynayan bu rüya..
Denizinde mavi, Çamlıcada yeşil.
Düpe düz zalimlik bu yaptığın,
Ulaşılamayacak tepende özlem bırakmak..
Katıksız, saf ve hayalli,
Gündüzüne merhaba İstanbul..




* Gecenin bir yarısı yazmak için uyanmak, yazmak ve sonra gönül rahatlığıyla tekrar uyumak.

27 Haziran 2010 Pazar

-Senin için ölebilirim.
dedi.
- Benim için çoktan öldün..
dedim.

Cesetini alıp odadan çıktı.

25 Haziran 2010 Cuma

Birşeyler sorun, hadiiğ.

Birşey mi sormak istediniz? Sizi uğraştırmadan hemen link veriyorum.

http://www.formspring.me/Ancelik

Taratatam!

Sorun hadiiğ. ( Buster bak, ğ'lerden kurtulamıyorum.)

23 Haziran 2010 Çarşamba

Birşey yazıcaktım ve sonra unuttum. Neyse, telafi olarak buyrunuz.

Saybia - The Second You Sleep

11 Haziran 2010 Cuma

Duyguları sevmiyorum, evet doğru duydunuz sevmiyorum. İnsancadır çünkü. Fazlasıyla gerçek ve her masanın altındadırlar. İnsanı çepe çevre sarmış bir yün yumağını kim sevebilir ki? Bu yün yumağının ucu Tanrıda üstelik. Ne zaman açılacağı meçhul. Bir baloda açılır belki, beğeni olarak ya da doğumda gülümseme, ölümde gözyaşı. Başkasının mutluluğunda aşk olarak filizlenirse ne olur? Tanrı gülümser. İyi sınıyorum diyerek.
Evet, iyi sınıyor. Başkasının mutluluğunda yumağının açılması kadar talihsiz bir olay olamaz, değil mi ama? Yumak açılır, duygular çevreye serpişir. Geri kalanları toplarsın, yarım olarak. Kırılmıştır. Eline batar. Kan süzülür. Duygular kesmiştir dilini. Susarsın. Susmanın her çeşitini öğrenmişsindir. Sustukça açılır yumağın. Sağlam kalan parçalarınla toplarlamaya çalışırsın, olmaz. Daha çok karışır. Her yer kan içinde.
Susarsın.
Sustukça açılır.
Dağılır.
Başka mutluluklar çoğalır.
Tanrıya yalvarırsın. Ucunu bırakmasını beklersin.
Beklersin sadece.
Yapabileceğin tek şeyin bu olduğu gerçeği anlaşıldığında yumağın ucunu bırakır Tanrı.
Geçmişsindir engeli.
Gülümsersin ya da bakarsın anlamsızca.
İp yığınını üzerinden atıp açık bırakılan kapıya yönelir, çıkarsın.
Hava soğuktur. Rüzgar yüzüne çarpar ve sağ parmağında bir yara.
Asla tamamen yok olmaz.

6 Haziran 2010 Pazar

İstanbul, I.







İnsanlar ve 5 Tl'lik saatler?!

[*] Bir İzmirlinin dilinden İstanbul;

Perşembe günü sevdiğim insanlarla( bir kişi hariç,öperim) İstanbul yolları taştan dedik ve uzun süren yolcuğu geçirdik başımıza kasket niyetine. Havanın sıcak olması cabası. Güneşe yolculuktu bir nevi. İstanbul İstanbul İstanbul. Tek kelime ile anlatılabilir aslında. İnsanlar. Evet, insanların farklılıklarını en iyi dillendirdikleri yer burası. Parklarında,meydanlarında farklı gözler, gülümsemeler ve soğuk çayın şekeri gibi yüzler. Sessizler ve düşünceleliler üstelik.
Sabahın erken saatleri, kimse yok vapurda. Arabalar ve sigaradan keyif yaratan insanlar. Sessizler, manzarayı ve martıyı sevmiyor gibiler. Belki alışmışlardır, kim bilir. Ama ben asla o manzaraya arkamı dönmezdim, bu huzur dışı bir davranış. Güneşin o muhteşem renk oluşumu ve denizle birleşince gökkuşağının 8. harikasını oluşturması.. Cennet kapıları açılmışken, neden gözlerimi kapatmalıyım ki? Martıların sesi.. Kuzgun değiller hayır. Güneşin gücünü alıyorlar. Deklanşörüme yansıyan resimde görebiliyorsunuz bunu, hı hı.

Eminönü Güvercinlerini kuzgunlardan ayırt edebildim,sevinin.
Seviyorum bu insanları,evet evet. Her yerde karşımıza çıkan o, 5 Türk Lirası tutarındaki saatleri de seviyorum. Satıcıları çok şiveli, şirin. Eminönündeki alt geçiti kullanırken dünyanın kirinden ten rengini unutmuş, yaşamayı siyahlar arasında oturduğu yerdeki görüş alanı olan insan ayaklarından ibaret sanan ve 500 yıllıkmış gibi görünen, İstanbul onun üzerine kurulmuş sanki, o adamı da seviyorum. Ruhundaki beyazlığa özlemi biliyorum,biliyorum. Onu seven birinin olması.., bunu duyduğunda gülümseyecektir. Belkide gülümsemez. Neyse, çiz üstünü.

Çamlıca. Gazoz reklamlarından tanırız burayı. Ve kenti kucaklayan ağaçlarıyla. Uzun bir aradan sonra yine aynı manzaraya tanıklık etmek gerçekten keyif veren bir duyguydu. Düşündüm, düşündüm evet. Kuzgun sevenlerde düşünebilir,olabilir. ' Hayaller,gerçekler. Ayrı köprü üzerinde aynı yolcu. Biz hangisini seçmeliyiz? Eğer hayali seçersem gerçekler suratıma çarpar peki ya gerçekler? Söyleyeyim size; gerçekleri seçmek gibi bir şansınız yok. Onları yaşarsınız. Çamlıcanın tepesinden hayallere bakıp, sıcaklığı elinizi yakan çay bardağının gerçekliğini hissedersiniz. Evet, hepsi bu.'
**
Devam etmeyi düşünüyorum. Bekleyiniz. Orda kalınız. Hiç ayrılmayınız. Tamam. Bitti.

1 Haziran 2010 Salı

Giderek siz oluyorsa bütün bir kalabalık
Yüzünüz yüzlerine benziyorsa, giysiniz giysilerine
Ansızın bir hastanın kendini iyi sanması gibi
Gücünüz yetse de azıcık bağırsanız
Bir yankı: durmadan yalnızsınız
Durmadan yalnızsınız.
(E.C.)

30 Mayıs 2010 Pazar

Léon! Léon! For Mathilda.

-I don't wanna lose you, Leon.
You're not going to lose me. You've given me a taste for life. I wanna be happy. Sleep in a bed, have roots. And you'll never be alone again.
Please, go now, baby, go. Calm down, go now, go


İt's a gift,from Mathilda..


Filmin sonunda pimi çekerek bu kelimeleri söyleyebilmektir Léon.
Sevgidir, sonsuzluğa.
Güvenmektir,
Saygıdır,
Ölümün soğuk elleriyle vals yapmaktır
Tanrıların dansıdır Léon..
Léon Gary Oldman'dır.
Léon Natalie Portman'dır
Léon Jean Reno'dur.
Léon shape of my heart'dır. Shape of My heart.. '' Eğer sana seni sevdiğimi söyleseydim , birşeylerin yanlış gittiğini düşünebilirdin.''
Son sahnede sevginin tohumlarını toprağa dikerken :' Sanırım burada rahat edeceğiz Léon ' diyebilmektir.
Gözyaşıdır yazgıların sahip olduğu inci tanesinden çoğalan.
Ruhunun solmasını umursamadan son defa birine 'seni seviyorum' diyebilmektir usulca.
Üzerinden zaman geçsede unutmamaktır geçmişi. Pencerelerini geçmişe açabilmektir.
Süt ile arınmaktır.
Küçük bir kızın insanlık dersi vermesidir.
Mathilda - you love your plant, don't you?
Leon - it's my best friend.
Leon - always happy. no questions.
Leon - and it's like me, you see? no roots.
Mathilda - if you really love it, you should plant it in the middle of a park so that it can have roots..

'Hep aynı şey oluyor. Ölümden gerçekten korkmaya başladığında hayatın değerini anlıyorsun. Hayatı seviyor musun, tatlım? '

29 Mayıs 2010 Cumartesi

Kafatasımın içinde bişey var ve sanki zayıflamak için beyin dalgalarımda spor yapıyor. Bir kii bir kii! Sonra birden amuda kalkıyor ve gözlerime doğru koşuyor. Dayanılmaz. Baya obur bi'şey,evet.

25 Mayıs 2010 Salı

Sinirleniyorum kızıyorum,lavlarla yüzüyorum bir nevi. Hayır,hastalıktan değil. İçten gelen hisler bunlar. Ki ben kuzgunu kargadan ayırt edemem üstelik.
İnsanlara insan oldukları için kızıyorum.Bencillik üzerine kurulmuş şirin köy kasabalarından biriyiz sadece. Sinirleniyoruz, sinirlendiriyoruz.İnsan oldukları; kibri, bencilliği, umursamazlığı ve sevecenliği içlerinde barındıkları için. Sonra duruluyorum,düşünüyorum. Ve yine. Kendime kızıyorum bu kez. Sadece insan olduğum için. Öfkeyi,beklentiyi,çaresizliği hissettiğim için kızıyorum. İnsan olmak bunu gerektirir. Ve ben en sıradan insanı, sahnenin ortasında ışıklarla oynarken bu rolü aldığım için kızıyorum. İçimde insan olmanın acılarını, getirilerini taşımaya mahkum bir özgür olduğum için. Hepimiz lanetli miyiz? Kimse saf ruha sahip değil. İçinde tanecikler halinde dağılmış küçük duyguları barındırıyor. Kimi zaman büyük. Ve bizi yönlendiren tamamiyle bunlar. Kimse saf ruha sahip değil.

24 Mayıs 2010 Pazartesi

Ne yaman çelişki !

Hani hep bana hayran insanlarla birlikte oldum birazda konumları değişmek istiyorum dedin ve bende hep bana hayran insanları reddettim dedim ya, neden bir daha mesaj atmadın ki? En azından gördüğünde selam verebilirdin. Hayır anlamıyorum neden böyle davranmış olabilirsin ki?!

Adsf.

20 Mayıs 2010 Perşembe

"Aslında ben ukala değilmişim sadece tiroidim fazla çalışıyormuş"
Ahaha. Yakın çevreme burdan teşekkürle birlikte sabır diliyorum.
Yanımdasınız,iyi ki varsınız. İyileştiğim an çektirdiklerimin hepsini bana çektirebilirsiniz. Öpüyorum.

17 Mayıs 2010 Pazartesi

Gerçek bölünemez, bu yüzden kendini tanıyamaz; her kim onu tanımak isterse bir yalan olmak zorundadır.

15 Mayıs 2010 Cumartesi

Herkes ve Hiç Kimse Olmak: Bob Dylan Olmak…



'' Şair olmak için bişey yazmanıza gerek yok. Kimileri benzincide çalışır kimileri ayakkabı cilalar. Kendime şair demiyorum. Bu kelimeyi sevmiyorum. Ben trapez sanatçısıyım.
Gözlüy
orum, işitiyorum, içime çekiyorum. Derimin bütün gözeneklerine sürtüyorum. Gözlerimin arasında esiyor rüzgar. Bal topluyorum peteğime. ''


Edit: Bob Dylan için saçmalamak. Benzemeye çalışmak. Olmuş ama di'mi? Çabamı taktir edin,hadi.
Hangi rüzgar attı beni buraya?
Umursamazlık.
Ben kaderci biri değilim. Babam kadercidir,annem kaderci. Kardeşimde öyle. İnsanlar hep kadercidir,memurlar,doktorlar.. Ben kaderci değilim. Ben umursamazın tekiyim. Umursamaz kaderci nerde görülmüş?
Sessizlikleri ve geceleri yazmak istiyordum. Bu baş dönmeside nereden çıktı?
Hayır. Geceler. Çetin dalgalarla gelen. Müziği benliğime birkez sürüyorum bir senfoni çalkalanıyor derinlerde ya da sıçrayıveriyor sahneye. Hayatta tek düşündüğüm.. tuhaf.

10 Mayıs 2010 Pazartesi

Bir tek Begim olsun bana bi'şey olmaaz =)



Kötü bir haber aldıktan sonra söylenen bir cümle. Hey nisan yağmuru, evet evet sen. Yanımda sen olduktan sonra bana birşey olmaaz =) Beni büyüten pınar sütten.. eheum neyse.
Bir Beg var,her zaman ancelik'in yanında olan. Sanki tılsımlı kolye gibi. Yanında olduğu zaman kendini güvende hissediyorsun. Evet,benim bir tılsımlı kolyem var. Cuma günü yanımda taşıyacağım ^^ Ve vee sen Begim,yanlışlıkla gökyüzünden düşecek kadar sakar bir meleksin (:

9 Mayıs 2010 Pazar

Sonunda Nisan ayında vermem gereken dönem ödevi bitti. Geçmiş olsun. Yarın okul yolu taştan. Şans dileyin,geç kaldığım için hırpalanmiyim :pörtlekbakansmiley:

Şimdi sadece gün ışığına yürüyorum,nedensiz.



Çetin dalgalar bedelli bir yalnızlık ile aşağı çekiyordu. Atladım ve uçamadım, rengimi kaybettim. Gözlerimi tekrar kapadım ve kaybettiğim masada ruhumu bir kez daha ayaklar altına aldım.

Işığı aradım ruhumun derinliklerinde. Karanlığa gömüldüm. Gün ışığı gerek,yeteri kadar. Biraz daha acı,gerek var mıydı? Bilmiyorum.


Şimdi sadece gün ışığına yürüyorum,nedensiz.

8 Mayıs 2010 Cumartesi

Within Temptation- Forgiven



'Neden önce ben gitmedim? Neden kader beni kandırdı? Herşey o kadar yanlış ki.
Neden beni sessizlikle başbaşa bıraktın?'

Harika bir şarkı. Sürüklediği ruh hali.. İnanılmaz.

7 Mayıs 2010 Cuma

Anne Hatun'a hediyesini iki gün önceden verdik. Saklayamazdım ben onu. Olsun iyi böyle. Beğendi,evet. Mutlu olduum.

6 Mayıs 2010 Perşembe

İnanmadığın bir şeyin peşinden nereye kadar gidersin?

3 Mayıs 2010 Pazartesi

Günler 48 saate çıkarılsın istiyorum. Evet ya!

1 Mayıs 2010 Cumartesi

Bir kuzgun neden bir çalışma masasına benzer?

Bir kuzgun neden bir çalışma masasına benzer biliyor musun?
hiç bir fikrim yok.Güzel.
Aslında karşınızdaki kuzgunu baz alırsak neden çalışma masasına benzediğini söyleyebilirim. Matematik sınavı vardır,evet. Ama bunun bir önemi yok. Çiz üstünü. Tamam oldu.

Alice in wonderland. Üstelik Tim Burton'nın dünyasından. Harikaydı,kesinlikle! Begim ile birlikte izlemek,şuh kahkahalar atmak, tavşanın cebinden büyüten kek çıktı lan!?,Hatteeğr! diye yorumlar getirmekte filmi orjinal kıldı. Başlı başına orjinaldı ki zaten. Hayal dünyası ilgi alanı olanlar için kaçırılmaması gerek. Ayrıca Johnny Deep ♥ yani. Helena Bonham Carter'ın da eli kanlı kraliçe olarak karşımıza çıkması oldukça keyifliydi. Nasıl o hale gelebildi yahu?! Tanrım. Sözün özü,gidin izleyin. Geçmişe,çocukluğunuza dönün. Biz öyle yaptık. Mavi tırtıl falan.

Artık bazı günler kahvaltıdan önce 6 imkansız şeye inandığım olur.

29 Nisan 2010 Perşembe

Yanlış yolun karanlığından
İnandırıp coşkulu sözlerimle
Kurtardığım zaman düşmüş ruhunu
Seni kuşatan kötülüğü
Büyük bir acı duyarak
Lanetledin pişmanlık içinde.
Vicdanının unutuşunu
Cezalandırmak için anılarınla
Benden önce olanların öyküsünü
Bir bir anlatırken
Birden bire yüzünü ellerinde kapadın.
Ruhunda isyan başladı
Utançla ve dehşetle sarsılarak
Gözyaşlarına boğuldun..

N.A Nekrasov'un bir şiirinden..

Enginar sorunsalı

Annem olmadığında enginarda yiyemiyorum. Uf,çok kötü!

28 Nisan 2010 Çarşamba

Bu papatya onun sevip sevmediğini merak ediyormuş. Hayır ben değil,sadece o. Israr etti kırmadım. Sonuç? dediğinizi duyar gibiyim. Sevmiyormuş,kendi bilir. Elimde kalan yapraklara baktım,baktım.. Merak etmişti. Şimdi biliyor kalan tek yaprağında ne sakladığını. Ama merak uğruna bazı şeyleri göze almamız gerektiğini ben söyledim ona. Şaşırdı. Elimden düşen yapraklarını görmemişti çünkü..

25 Nisan 2010 Pazar

Melaba. Tanışabilir miyiz?

Bayan X'e,vazgeçtim ismini yazıyorum. Sevgili arkadaşım Seray'a -ki çok yakın arkadaşım olur kendisi,Beg ve o vazgeçilmez,neyse-. Tanışabilir miyiz? diye mesaj attım mı? Evet. Amaç sadece can sıkıntısının getirdiği eğlenme dürtüsüydü. Cevap geldi,helecan oldum böyle. Aa oyunu devam ettirdi mi hebele hübele gibisinden. Evet,cevabı yazıyorum: Bana yarın ölü ozanlar derneğini getirir misin?.. Benimle tanışmak istemiyor çok kırıldım. Evet ya,çok kırıldım! Beg gel buraya. Sen böyle yapmazdın. Hey nisan yağmuru,tanışabilir miyiz?

23 Nisan 2010 Cuma

Düşler Krallığı~





Mumun aydınlattığı ışık dışında hayat belirtisi yok. Karanlık o kadar içten ve derin bedenine bürünmüş ki sarmalıyor bir bir ümitleri. Sessiz nefeslerime gürültülü anlamlar yüklüyor adeta. Ve uyku benden sıyrılıyor. Bundan önceki gece olduğu gibi,diğer gece olduğu gibi,bir çok önceki gece olduğu gibi,yarınki gece olacağı gibi. Yazım kurallarına bile uymuyorum. Umrumda değil. Neyin ne olduğu,ne olacağı. Bakıyorum gerçeklerin aynasından ne var orada? kim? Hayır bana göre değil.
'Mumu söndürür müsün?' diyorum umutsuzca. Söndürmeyeceğini bildiğim halde. Işık korkutuyor oysa beni. Çünkü sadece karanlıkta hayal kurabilirim. Hayallerime ulaşmam için karanlık şart. Gözlerimi sadece karanlıkta kapatabilirim. ''Yapma,söndür hadi mumu. Beni korkutuyorsun.'' Umrunda mı peki? hayır. Hiçbirşey ne hayalimin ne de ona sahip olan benim umrumda. Sadece geleceğe kitlenmiş kalan gündüzlerden,ışıktan sıkıldığı için benimle. Ve benimle olması onun gerçek olmadığı acısını vuruyor kıyılarıma.Çünkü ben istemediğim bir hayalde,hayal'im. Dalgalarla sürüklenen,sürüklendikçe batmaya hazır eski bir gemi hayal. Mum ışığında bile kayboluyor üstelik. Sadece geceler ona ait.Sadece arta kalan gereksiz zaman.. Birkaç dakika kadar yalnız.

Kalkıyorum yerimden. Birşeyler yapmam gerektiğini düşünerek. Sabah olmaya başladı çünkü. Aldırma diyor edasızca. Sigara dumanlarından geriye bakarak sesleniyor. ''Boşver,hangi sabahın ardından gece olmaz ki? Gülümsemiyorum bile. Sözü ters olarak bilmesi.. Ben böyle cahilliklere gülerim üstelik. Çarptığı kapının sesinden irkilerek güneşin doğuşunu izliyorum. Güneş ışık saçıyor,benim ise yıldızlarım doğuyor. Her zaman böyle olmuştur bu. Fikirlerim öylesine donuk ki. Gözlerimi açıyorum yavaş yavaş. Kapanan kapıyı aralayıp çıkıyorum ütopyadan. Kapıyı hızla kapatarak söyleniyorum. Gerçeklerden sıkıldığında geri gelir nasılsa. Hayalsiz yaşayamaz insan. Ve ben en zehirli hayal'im.. Küçük bir kuzgun geceye kanat çırpıyor.